Son günler Türk Lirası için pek parlak geçmiyor. Gerek
dolara gerekse euroya karşı gösterilen kötü performans, TL’yi diğer gelişmekte
olan para birimlerinden negatif ayrıştırmış durumda. Aşağıdaki grafiğe
baktığımızda Brezilya reali, Güney Afrika randı, Rus rublesi ve Hindistan
rupisine karşı yaşanan ayrışma dikkat çeken boyutlara ulaşmış vaziyette.
Moody’s Yükselişi
Tetikledi
Bu ayrışmanın ilk adımı ise kredi derecelendirme kuruluş
Moody’s’in 24 Eylül günü Türkiye’nin kredi notunu indirmesiyle atıldı. Moody’s
vermiş olduğu kararla Baa3 olan kredi notunu Ba1’e çekerek yatırım yapılabilir
seviyenin altına indirdi. Karar öncesinde 2,94’lü seviyelerde fiyatlanan
Dolar/TL, karardan yalnızca 5 gün sonra 3 Lira’nın üzerine çıkarken, yükseliş
gördüğümüz gibi bu seviyelerde sınırlı kalmadı. TL’deki ayrışmanın ilk adımı
Moody’s kararı olsa da tüm suçu Moodys’e atmak hatalı olacaktır. Karar
sonrasında yaşanan siyasi, jeopolitik ve ekonomik gelişmeler Türk Lirası’ndaki
kayıpların hızlanmasında ve devam etmesinde oldukça etkili oldu.
Artan Jeopolitik ve Siyasi Riskler
Jeopolitik risk algısını yükselten belki de en önemli etken Musul
operasyonu diyebiliriz. Musul operasyonuna Türkiye’nin katılıp katılmayacağı,
katılsa da ne gibi bir rolü olacağı ve operasyon sonrasındaki gelişmelerin
Türkiye üzerindeki etkilerinin ne olacağı gibi belirsizlikler, Türkiye’nin
özellikle yabancı yatırımcı gözünde riskli bir ülke haline gelmesine neden oldu.
Ayrıca Merkezi Irak Hükümetinin Türk askerlerini Irak sınırları içerisinde
istemediğini belirtmesi, buna karşılık yurtiçinden yapılan açıklamalarda
Türkiye’nin operasyona katılmasının bir gereklilik olduğunun söylenmesi ve
aktif şekilde operasyona katılma isteği, iki ülke arasındaki ilişkilerin zedelenmesine
yol açan gelişmeler olarak öne çıktı. Diğer taraftan yurtiçinde bitmeyen terör
saldırıları ve Suriye’de devam eden Fırat kalkanı operasyonu Türk Lirası’nın
kırılganlığını arttıran diğer önemli etkenler.
Siyasi tarafta ise ana gündem maddesini başkanlık sistemi
tartışmaları oluşturuyor. Son zamanlarda yapılan açıklamalardan anlıyoruz ki yakın
zamanda da başkanlık oylaması meclise gelecek. Ancak başkanlık meclisten geçse
de geçmese de 2017 yılında tekrar sandığa gidecek gibi görünüyoruz. Hatta referandum,
genel seçim ve yerel seçimlerin hepsini bir arada yaşama ihtimalimiz var. Bu
ihtimallerin üzerine geçtiğimiz günlerde HDP milletvekillerine yönelik yapılan
terör operasyonu ve tutuklamalar TL’deki sıkıntılı sürece destek olmuş vaziyette.
Yaşanan bu gelişmeler ile birlikte, ülkelerin risk ölçümünde
kullanılan bir gösterge olan CDS primini incelediğimizde, Türkiye’nin CDS’inin
oldukça yükselmiş olduğunu görüyoruz. Şu anda 270 seviyesinin üzerinde olan CDS
primi 28 Eylül’den bu yana en yüksek seviyesine ulaşmış durumda. Ayrıca bu
rakam 15 Temmuz sonrasında oluşan zirve olan 288’e de oldukça yakın.
Ekonomide Yeni Bir
Hikayeye İhtiyacımız Var
Siyasi ve politik riskler yukarı yönlü hareket ederken,
ekonomi kanadında da yeni bir hikayeye ihtiyacımız var gibi görünüyor. Özellikle
15 Temmuz sonrasında yaşanan süreçte ekonomide meydana gelen yavaşlama büyüme
endişelerini beraberinde getirdi. 2016 yılı için büyüme beklentisi yüzde
4,5’ten yüzde 3,2’ye revize edilirken, 2017 yılında ise beklentiler yüzde 5’ten
yüzde 4,4’e düşmüş durumda. 2017 yılında beklentilerde iyileşme görülse de yine
de son 14 yılın ortalama büyüme rakamı olan yüzde 4,82’nin altında kalıyoruz. Bu
durumda ekonomiyi iyileştirme adına yeni adımlar atılmasını gerekli kılıyor.
Bir taraftan Merkez Bankası’nın uygulamakta olduğu
politikaya baktığımızda, zorunlu karşılık oranlarında değişiklik yaparak
bankalara likidite yaratma çabası içerisinde olduğunu görüyoruz. Yaratılan
likiditeyle birlikte bankaların bu likit varlıkları kredi olarak vermesi
beklenirken, tüketime teşvik arttırılıyor. Diğer taraftan zorunlu bireysel
emeklilik sistemi ve varlık fonu gibi uygulamalarla tasarruf özendirilmeye
çalışılıyor. Bu politikalar arasındaki ayrışma net adımlar atma ve önlemler
almanın önünde engel olarak karşımıza çıkıyor. İlerleyen zamanda bir seçim
yapmak zorunda kalabiliriz.
TCMB likiditeyi artırmaya yönelik adımlar atarken diğer
taraftan faiz indirimlerine ve sadeleştirme politikasına devam ediyor. Son
sekiz ayda faiz koridorunun üst bandında yapılan 250 baz puanlık indirim,
bankaların kredi faizlerini düşürmesinin önünü açmış durumda. Ancak bu durumda
karşımıza çıkan risk, kredi faizlerinin düşmesiyle birlikte bankaların
karlarında azalma olacağından mevduat faizlerinde de indirime gidilmesi
ihtimali. Nitekim bu yönde ilk adımı Yapı Kredi Bankası atmış durumda. Bir
aydan bir yıla kadar tüm vadelerdeki faiz oranlarını 50 baz puana kadar indiren
banka, şu an için indirime giden tek kurum. Ancak diğer bankalarda karlarını
düşürmemek adına bu trende katılacaklardır. Düşen mevduat faizlerinin
yaratacağı risk ile birlikte dövize olan talepte artış meydana gelebilir. Artan döviz talebi piyasada TL’yi
bollaştıracağından, Türk Lirası’ndaki değer kaybı ve negatif ayrışmayı daha da
derinleştirebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder